Hilafetin Serencamı
Hilafet, Hz.Peygamber’in vefatı sonrasında Müslümanların dini ve siyasi işlerini yürütmek için meydana getirmiş oldukları bir kurumdur. Kelime kökü h-l-f olup mastarı hilafet olarak gelir. Hilafet, ‘başkasının yerine geçmek’ demektir. Birinin arkasından onun makamına geçene ‘halife’ denir. Hilafetin terim anlamı ise Hz.Peygamber’e niyabeten din ve devlet işlerini yürütmek adına yapılan umumi riyasettir.
Hz.Peygamber, Müslümanlar için yalnızca dini bir lider değil aynı zamanda bir devlet başkanıydı. Vefatı sonrasında oluşan otorite boşluğu uzun sürmemesi ve makamının doldurulması gerekmekteydi. Hz.Peygamber arkasında bir varis göstermemiş ve Kur’an da bu duruma dair düzenlemede bulunmamıştı. Halife seçme ve siyasal düzeni kurma işi tamamen Müslümanlara bırakılmıştı.
Hz.Peygamber’in vefatı sonrası Ashab ilk önemli sınavını verecekti. Ayrılık ve nifak çıkmadan, oluşan otorite boşluğunu kapatmaları gerekmekteydi. Ensar, İslam devletinin başına geçecek birini seçmek için Beni Saide gölgeliğinde toplandı. Ensar içerisindeki en kuvvetli aday Hazrec’in lideri Sa’d bin Ubade olarak görülüyordu. Ensardan Sa’d’ın hilafetini istemeyen birkaç kişi Hz.Ebubekir ve Hz.Ömer’e haber verdi. Bunun üzerine Hz.Ebubekir ve Hz.Ömer yolda karşılaştıkları Ebu Ubeyde bin Cerrah’ı da yanlarına alarak Beni Saide gölgeliğine intikal ettiler. Ensar ve Muhacir arasında halifenin kimden olması gerektiğine dair bir tartışma vuku buldu. Karşılıklı olarak sunulan gerekçe ve deliller sonucunda Hz.Ebubekir halife olarak tayin edildi ve biat aldı. Kimilerine göre Hz.Ebubekir’in seçilmesi ve biat alması aceleye getirilmişti. Bazı rivayetlere göre Hz.Ali bu sebepten ötürü birkaç ay boyunca Hz.Ebubekir’e biat etmemişti.
Hz.Ebubekir döneminde Usame ordusunun çıkarılması, zekat vermeyenlerle savaşılması, irtidat hareketlerine karşı çıkılması gibi siyasi kararlar verildi. Hz.Ebubekir iki yıl halifelik yaptıktan sonra hastalandı ve kendinden sonra halife olmak üzere Hz.Ömer’i atadı.
Hz.Ömer döneminde İslam devleti kurumsal bir yapıya büründürüldü. Beytül Mal’ın oluşturulması, posta teşkilatının kurulması, takvim oluşturulması, şehirlere kadı tayin edilmesi gibi temel meseleler Hz.Ömer döneminde gerçekleştirildi. Mısır, Suriye, Irak, İran’ın bir kısmını içeren büyük fetihler gerçekleştirildi. Hilafet dönemi boyunca halk kendisinden memnundu. Hz.Ömer, namaz esnasında bir Hrıstiyan köle tarafından suikaste uğradı ve bunun neticesinde yaralandı. Yaralanmasından dört gün sonra da vefat etti.
Yaralanması sonrasında halk, kendisinden yerine bir halife tayin etmesini istedi. Fakat Hz.Ömer yerine birini tayin etmek yerine altı kişiden oluşan bir şura meclisi kurarak aralarından birini halife seçmelerini istedi. Bu mecliste; Hz.Ali, Hz.Osman, Abdurrahman b. Avf, Sad b. Ebi Vakkas, Zübeyr b. Avvam ve Talha b. Ubeydullah bulunmaktaydı. Hz.Ömer, meclisin çalışma usulünü belirledi ve eşitlik halinde Abdurrahman b. Avf’ın bulunduğu ekibin seçmiş olduğu kişinin halife olacağını belirledi. Abdurrahman b. Avf, Medine sokaklarında anket niteliğinde bir soruşturma da gerçekleştirdi ve şura meclisiyle yapılan oylama neticesinde de Hz.Osman halife olarak seçilerek kendisine biat edildi.
Hz.Osman döneminde Ümeyyeoğullarından yani Hz.Osman’ın akrabalarından birçok kişi devlet kademelerinde görevlendirildi. Bu durum Müslümanlarda bir huzursuzluğa sebep olmaktaydı. Çünkü yapılan atamalar neticesinde liyakatsiz kimseler üst düzey görevlere getirilmekteydi. Mısır, Basra ve Küfe vilayetlerinden bir grup Müslüman, valilerinin değişimi istemiyle Medine’ye halifeyle bizzat görüşmeye geldiler. Söz konusu vilayetler daha evvel değişiklik talebinde bulunmuş fakat bu durum Hz.Osman tarafından uygun bulunmamıştı.
Bu kişiler bölgelerinin tanınmış kişileri ya da sözü geçen kimseler değildi. Halifenin evini kuşatan bu grup yaşanan tartışmalar sonucunda Hz.Osman’ı şehid etti. Bu elim hadise neticesinde fitne kapısı aralanmış oldu. Hz.Osman’ın şehadeti sonrasında halk Hz.Ali’nin halife olmasını istedi ve Hz.Ali, halka açık bir alanda durumu izah ederek biat aldı. Hz.Osman’ın şehid edildiği haberi Şam’a ulaşınca Şam Valisi Muaviye, olayları inceleme gereği duymadan Hz.Ali’yi katil ilan etti. Kendisi öldürmemiş ya da öldürenlerle beraber olmamış olsa dahi öldürenlere engel olmadığı için onu ölümü gerçekleştirmiş olmakla suçluyordu. Başlarda Hz.Ali’nin yanında olan Talha b Ubeydullah ve Zübeyr b Avvam da çeşitli sebeplerden ötürü Hz.Ali’yi Hz.Osman’ın katillerini bulmamakla itham ediyor ve ona cephe alıyorlardı.
Muaviye, Şam valisi ve Hz.Osman’ın akrabası olarak Hz.Osman’ın katillerini Hz.Ali’den istiyor ve onları bizzat kendisinin cezalandıracağını söylüyordu. Bir valinin, merkezi otoriteye bu şekilde bir davranışta bulunması isyan niteliğindeydi. Ki Hz.Ali, Muaviye’yi valilikten azletmişti. Akrabası olarak katillerini istemesi de makul bir sebep değildi çünkü Hz.Osman’ın varisleri hayattaydı, yalnızca onlar bu konuda söz hakkına sahiplerdi.
Hz.Talha ve Hz.Zubeyr, Mekke’de bulunan Hz.Aişe’nin yanına giderek durumu izah ettiler. Bunun üzerine Hz.Aişe, Hz.Talha ve Hz.Zubeyr, bir ordu teşekkül ederek Hz.Osman’ın katillerinin cezalandırılması talebiyle Hz.Ali’nin üzerine yürüdüler. Cemel Vakası dediğimiz bu olay fitne ateşinin harlandığı ve Müslümanların kalplerinde derin yara açan bir olay oldu. Gerçekleşen savaşta Bedir kahramanları ve Uhud kahramanları karşı karşıya gelmiş, birçok sahabi şehid olmuştu. Hz.Zubeyr, pişman bir halde savaş meydanından ayrılırken Hz.Ali’ye yaranacağını düşünen biri tarafından, Hz.Talha ise kendi ordusunda bulunan Mervan bin Hakem tarafından şehid edilmişti. Hz.Ali, bu savaşı kazanmıştı fakat siyasi açıdan büyük bir darbe almıştı.
Muaviye, Cemel vakasını da delil göstererek Hz.Ali’nin meşru halife olmadığı iddiasında bulunmaktaydı. Artık Muaviye, yalnızca Hz.Osman’ın katillerini istemiyor aynı zamanda Hz.Ali’nin hilafeti bırakmasını istiyordu. Muaviye’nin isyanı sarih nitelikteydi. Bu durumda Hz.Ali, ordusunu hazırlayarak Muaviye’nin üzerine yürümeye karar verdi.
Halife Ali ve Vali Muaviye’nin orduları Sıffin’de karşı karşıya geldi. Hz.Ali’nin ordusu zafere yaklaşmıştı. Yenilgiden kurtulmak için çareler arayan Muaviye, Amr bin As’ın önerisi üzerine ordusuna mızrak uçlarına mushaf yaprakları takmasını emretti. Bu emir üzerine mızrak uçlarına mushaf yaprakları takıldı ve ‘Sizinle bizim aramızda Allah’ın Kitabı var. Onu aramızda hakem tayin edelim.’ dediler.Hz.Ali, bunun bir savaş hilesi olduğunu, kendisiyle batıl murad edilen bir söz olduğunu söylese de ordusuna bunu dinletemedi. Bunun üzerine orduda ayrılık çıkmaması maksadıyla hakem kabul edildi.
Bu tarihi vakıa, kaynaklara Hakem Olayı olarak geçti. Muaviye’nin hakemi Amr bin As, Hz.Ali’nin hakemi ise her ne kadar kendisi istemese de Ebu Musa el-Eşari olmuştu. Hakem olayı, Amr bin As’ın Ebu Musa’yı kendi isteği doğrultusunda yönlendirmesi neticesinde Hz.Ali’nin aleyhine sonuçlanmıştı. İki taraf da Hakem kararını kabul etmemişti.
Bu olaylar sonrasında Hz.Ali’nin ordusunda ayrılıklar yaşanmış ve Hariciler denilen topluluk ortaya çıkmıştı. Muaviye ile savaşını sürdüren Hz.Ali, bir de Hariciler ile uğraşmak durumunda kalmıştı.
Hz.Ali, sabah namazında bir harici tarafından zehirli hançerle yaralandı ve aldığı yara sebebiyle şehit oldu. Bunun üzerine halk Hz.Hasan’a halife olarak biat etti. Hz.Hasan, Müslümanlar’ın ikili yapısına son vermek adına Muaviye ile anlaşarak hilafetten çekildi.
Muaviye’nin halife olmasıyla Hulefa-i Raşidin dönemi sona erdi ve Emevi Saltanatı başlamış oldu. Muaviye henüz hayattayken, oğlu Yezid’in halife olması için halktan biat aldı . Bununla beraber Hulefa-i Raşidin döneminde gerçekleşen halifenin seçilmesindeki müşavere usulü terk edilmişti. Yezid’in hilafeti sırasında, İslam aleminde büyük yara açan Kerbela Faciası yaşanmıştı.
Emeviler, saltanatları sürecinde siyasi olaylarda dini kuralları terk etti ve Arap ırkçılığı üzerinden siyasetlerini yürüttü. Hz.Ali ve Ehl-i Beyt’e hakaret etmek bir kaide haline getirildi. Halk siyasetten uzaklaştırıldı ve Halife’nin dini önderliği halk nezdindeki önemini yitirdi. Halife yalnızca siyasi önderlik konumunda bulunmaktaydı.
Emevi saltanatında, Ömer bin Abdülaziz hilafetinde halk rahat bir nefes aldı. Hz.Ömer ile akraba olan Ömer bin Abdülaziz, halk nezdinde II.Ömer olarak anılmaktaydı. İki yıllık hilafeti sürecinde yanlış uygulamalara son vermiş ve halka Hulefa-i Raşidin dönemine benzer bir dönem yaşatmıştı. Durumdan rahatsız olan Emevi hanedanı, Ömer bin Abdülaziz’i zehirledi. Ömer bin Abdülaziz’in vefatı sonrasında yanlış uygulamalara devam edilmiş ve halk bezdirilmişti.
Abbasiler, Emevilerin halka reva gördüğü zulüm ve yapmış oldukları yanlış uygulamalar üzerinden propaganda yaparak ihtilal hazırlığına girişti. Beni Ümeyye’nin hükümet merkezi Şam’ı fetheden Abbasiler, elli bin insanı öldürdü. Beni Ümeyye’yi tam bir kıyıma maruz bırakmışlardı. Hükümeti ele geçirmeden önce Emevilere yapmış oldukları eleştirilerin tamamını hükümeti ele geçirdikten sonra bizzat kendileri gerçekleştirmeye başlamışlardı. Aynı yanlış uygulamalara devam edilmiş, Arap ırkçılığı yerini Acem ırkçılığına bırakmıştı.
Abbasi hilafeti 1517 yılına kadar sürmüş gözükse de bu dönemin bir kısmı Şii Fatımi boyundurluğu altında, bir kısmı Selçuklu himayesi altında, bir kısmı da Memlüklerin himayesi altında gölge olarak sürmüştü. Halifeler, bu dönemlerde siyasi nüfuzlarını da bir hayli yitirmişti.
1517 yılında I.Selim hükümdarlığındaki Osmanlı devletinin Memlük topraklarını fethetmesiyle Abbasi hilafeti sona erdi. Hilafet makamı Osmanlılara geçti ve halifenin Kureyş’ten olması gerektiği anlayışı sona erdi.
Osmanlılar, Hliafetin siyasi nüfuzunu gerektiği ölçüde kullanmaktaydı fakat tam anlamıyla bir temsiliyet söz konusu değildi. Padişahlar, Alemlerin Rabbi'nin Peygamberi'nin Halefi ve İnançlı Savaşçısı, Mukaddes Şehirler Mekke, Medine ve Kudüs'ün Muhafızı gibi unvanları kullanmakta ve Müslümanların bulundukları coğrafyalarda söz sahibi olmaya çalışmaktaydı. Hilafetin siyasi otoritesinin Osmanlılar nezdinde kullanımı en çok II.Abdülhamid döneminde arttı. Hayatta kalma mücadelesi veren imparatorluk, Müslüman coğrafyalardaki sömürgeci güçleri Hilafet makamıyla zora düşürmeyi hedeflemekteydi. II.Meşrutiyet’in ilanı ve Sultan Abdülhamid’in hâl edilmesi sonrasında yönetimi devralan İttihat ve Terakki Fırkası, kaybedilen toprakları geri kazanma arzusuyla İmparatorluğu savaşlara sürükledi. Balkan Savaşları sonrası Osmanlı Devleti tam bir hezimetle karşılaştı ve büyük toprak kaybına uğradı. I.Dünya Savaşı’na dahil olunması sonrasında Osmanlı Devleti, savaş sonu mağluplar arasında yer aldı ve İtilaf Devletleri tarafından yapılan planlar neticesinde işgale uğradı. Bu savaşlar esnasında Padişah ve aynı zamanda Halife olan V.Mehmed Reşad, İngiliz sömürgelerinde bulunan Müslümanlara cihad çağrısında bulunmuştu. Fakat İngilizlerin gerçekleştirdiği propaganda teknikleri ile Halife’nin çağrısı karşılık bulmadı. VI.Mehmed Vahideddin de siyasi güce sahip olan son Halife olarak gerekli çağrılarda bulundu fakat aynı sonuçla karşı karşıya kaldı.
Kurtuluş Savaşı başarılı bir şekilde gerçekleştirildi ve düşman Anadolu topraklarından temizlendi. Yeni kurulan rejimin Padişah’ı bir tehdit olarak görmesi üzerine Padişah ülkeden ayrılmak durumunda kalmıştı. Bunun üzerine Hilafet makamı Sultan Vahideddin’den alınıp Abdülmecid Efendi’ye verildi. Halifenin hiçbir siyasi gücü kalmamış yalnızca bir temsil makamına çevrilmişti. Bu durum hilafetin ıstılah manasına da aykırılık teşkil etmekteydi. Dönemin alim ve düşünürleri bu durumu ağır bir şekilde eleştirmişti. Mustafa Sabri Efendi, gerçekleştirilen makamı, vasfı olmayan bir temsil makamı olarak yorumlamaktaydı.
Genç Cumhuriyet, laiklik yolunda adımlar atmaya gayret etmekteydi. Hilafetin, hükümetten ayrılması bu yolda atılan adımlardan en büyüğüydü. Bu durumu anlayan âlimler, döneminde eleştirilerde bulunmuşlardı.
Tarihler 3 Mart 1924’ü gösterdiğinde Hilafet makamının kaldırılmasına ve Osmanlı Hanedanı’nın ülkeden çıkarılmasına karar veriliyor, Şeriye ve Evkaf Vekaleti kaldırılıyor ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkarılıyordu. Hilafet, ‘TBMM’nin şahsi manevisinde mündemiçtir.’ denilerek yetki ve temsiliyetiyle Meclis’e devrediliyordu. Fakat bu yetki ve temsil bir daha asla kullanılmayacaktı.
632 yılında Hz.Peygamber’in vefatı üzerine Müslümanlar’ın siyasi ve dini işlerini yürütmek adına kurulan Hilafet makamı 1924 yılının Mart ayında kaldırıldı. Böylece niteliğini yitirmiş olan Hilafet makamı tamamıyla tarihe karışmış oldu. Günümüzde 1.5 milyar nüfusa sahip İslam dünyası, siyasi olarak lidersiz bırakılmış ve Müslümanlar, birlik olmak düşüncesinden uzaklaştırılmıştır.
0 YORUMLAR
Bu KONUYA henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu sen yaz...